Kalküta, Hindistan — Salı, 21 Ağustos


Ortaya bir örümcek çıktı...

Nat mandir'in güney duvarında, merdivenlerin altına sıkışıp kalmış küçük bir yan kapı vardır. Çok sık kullanılmaz çünkü geçmesi kolay bir kapı değildir: çift kanatlı kapı (açması zor olan) iki sürgüyle ve (yukarı kaldırılması gereken ve yana sallandırılan) ahşap bir sopayla korunur.

Ayrıca, bu girintide ışık da yoktur, dolayısıyla her zaman biraz karanlıktır ve ayakta tam olarak duramadığınız için, pabuçlar ve yere saçılmış birbirinden farklı diğer öteberi arasından dikkatle yol bulmaya çalışırken, bir yandan da herşeyi kaplamış olan toza ve örümcek ağlarına değip çok fazla kirlenmemeye çalışırken, alçak beton merdivenlerin alt kısmına başınızı vurmak kolaydır...

Ama nat mandirin üzerindeki odalarda yaşayan bizler için bu küçük kapı işlevsel bir kapıdır çünkü Math dışına çıkmamız gerekince, sandallarımızı çıkarmak ve kirtan salonundan geçirmek zorunda kalmadan girip çıkmamıza izin verir.

Bir sabah, epostamı kontrol etmek üzere Sevak Bhavan'a yürümeye başlamadan hemen önce, kapıyı açmak için sopayı tam kaldırırken altından bu tüylü devasa örümcek fırladı. İtiraf edeyim, beni çok fazla ürküttü! Bacak uzunluğu neredeyse yedi santim. (Jivana olsa kriz geçirebilirdi!)

Epostamı kontrol edip Math'a dönünce, bu kapıdan girerken bir parça temkinliydim mi desek. Şükürler olsun ki bu örümcek Güney Amerika'daki kuş yiyen örümcek azmanı kadar büyük değildi, ama onun boynuma düşmesini de istemiyordum!

Ancak, içeri girdiğimde küçük canavardan iz yoktu. Kapıyı sürgüledim, tahta sopayı milinin üzerinde kaldırdım ve yerinde tutmayı sağlayan u şeklindeki metal parçaya tam bırakacaktım ki, örümceğin orada pusuda olduğunu fark ettim.

"Haydi, yapma, çık oradan," dedim, sopayı kapıya hafifçe vurarak. "Neredeyse seni eziyordum..." Alelacele gitti.

Birkaç gün sonra, benzer bir karşılaşma yaşadım, ancak bu sefer kapıyı kapatmak için tahta sopayı (ki kullanılmadığı zaman, milinden aşağıya doğru, yere dikey olarak asılı durur) yatay pozisyonuna getirmek üzere kaldırmaya başlarken, örümcek sopayla duvar arasında saklandığı yerden bir anda çıktı ve beni öylesine korkuttu ki sopayı elimden bıraktım, sopa kapı pervazına çarpacak şekilde geri savruldu. "Aptal örümcek!"

Ne zaman bu küçük kapıyı kullansam devamlı örümceği gözleyerek, çok daha uyanık olmaya başladım, ondan korktuğum için değil, merdiven altının duvarlarında hiç görmediğim için, hep kapı üzerinde ya da kapı sövesinde saklandığı için ve ben kazara onu korkutmak ya da zarar vermek istemiyordum. Ama bir meşum sabah... (Başa gelecekleri biliyordunuz, değil mi?)

Epostamı kontrol etmeye gitmiştim, oysa Sevak Bhavan'daki internet bağlantısı çalışmıyordu (burada Hindistan'da olağan bir durum), onun için bu kapıdan döndüğümde sabahın ilerleyen saatlerinde tekrar mektuplara bakmam gerektiği düşüncesiyle bir parça dikkatim dağılmıştı.

İki kanatlı kapıyı kapatmak için tahta sopayı kaldırırken, örümcek alttan ok gibi fırladı. İçgüdüsel olarak sopayı bırakıp elimi geri çektim, sopa yana savruldu, insanı hasta eden "gırç!" sesi ile örümceğe çarptı.

"Ah, aptal örümcek!" diye öfkeyle bağırdım. "Ne demeye öyle ok gibi fırladın? Beni korkuttun..."

Darbeden sonra örümcek köşeden hızla çıkıp kapının ortasına geldi ve orada hareketsiz kalakaldı. "Gördün mü şimdi, bana neler yaptırdın," diye homurdandım, sakatlığının boyutlarını belirlemek için ona ölgün ışıkta dikkatle bakarak. Sanki iyiymiş gibi görünüyordu — belki şu an için biraz sarsıldı ve korktu, diye düşündüm, umutlanarak — ama birkaç saat sonra aşağıya indiğimde yerde cansız yatıyordu ve küçük siyah karıncalar çoktan bütün bedenini sarmışlardı...

Zavallı şey! Merdiven altındaki bu karanlık kuytu yerde, avlanacak bir sürü dikkatsiz küçük böceğin ve haşerenin olduğu güzel bir girinti bulmuştu... ta ki birkaç gün önce bu koca aptal paldır küldür yaşamına girip alt üst edinceye ve sonra dünyasını yok edinceye kadar...

Şöyle düşünmeye başlamış olabilirsiniz, "Neden böylesine küçük bir örümceğin ölümünü bu kadar çok abartıyor?" Srimad Bhagavatam'daki 5:26:17 ayetin yorumunda Srila Prabhupad şöyle yazar:

Yüce Lord'un düzenlemesiyle, böcekler ve sivrisinekler gibi alt türden canlı varlıklar insanların ve diğer hayvanların kanlarını emerler. Bu tür önemsiz yaratıklar ısırıklarının insana acı verdiğinin farkında değildirler. Halbuki, insanlar bilinç bakımından gelişmiştirler ve bu nedenle öldürülmenin ne kadar acı olduğunu bilirler. Bilgiyle donanmış bir insan, ayırt etmeden yoksun olan önemsiz yaratıkları öldürürse veya işkence ederse kuşkusuz günah işler.

Elbette, örümceği kasıtlı öldürmedim, ama bu beni sorumluluk konusunda temize çıkarmaz. Ben hâlâ yasa karşısında suçluyum: "Her eylemin karşısında eşit ve zıt bir tepki vardır." Çevreye ne kadar dayatırsak ya da kendimizi zorla doğaya kabul ettirirsek, karmik huzursuzluğa karşılık vermek, doğanın dengesini telafi etmek için çevre de eşit güçle dayatmak durumundadır.

Sopa ile örümceğe vurduktan sonra, birden aklıma geldi: adanmış hizmet işte bu yüzden çok önemlidir! Bu dünyada öldürmeden yaşamak imkansızdır (jivo jivasya jivanam). Saf bir Vaishnava'nın rehberliği altında, kendimizi tamamen adanmış hizmete verdiğimiz takdirde, günlük faaliyetlerimizin tepkilerinden muaf olacağız. Srila Rupa Goswami'nin Adanmışlık Nektarı'nda (The Nectar of Devotion) söylediği gibi:

iha yasya harer dasye / karmana manasa gira
nikhilasv apy avasthasu / jivan-muktah sa ucyate

Her kim bedeni, zihni ve sözcükleri (karmana manasa gira) Lord'un müstesna hizmeti ile meşgul ederse (iha yasya harer dasye), onlar çok çeşitli maddesel faaliyetlerle uğraşıyormuş gibi görünseler de (nikhilasv apy avasthasu), eylemlerinin karmik sonuçlarından dolayı acı çekmezler çünkü onlar karşılık beklemeden hareket ederler (jivan-muktah sa ucyate).

İnternete bağlanmak için Sevak Bhavan'a gittiğim zaman, bunu Srila Gurudeva'ya karşılıksız hizmet olarak mı yapıyordum yoksa kendi bencil nedenlerim için mi? Hangisinin ne ölçüde olduğuna bağlı olarak, eylemlerim için aynı oranda acı çekmek zorundayım... hatta örümcek gibi böylesine "önemsiz bir yaratık" öldürmenin tepkisi için bile.

Ben bunu bir uyandırma çağrısı olarak, Krishna bilinci konusunda ciddileşmek için bir başka uyarı olarak görüyorum. Ne kadar zamanım kaldığını kim bilir?

ahany ahani bhutani / gacchantiha yamalayam
sesah sthavaram icchanti / kim ascaryam atah param

"Onca canlı varlığın gözlerimizin önünde öldüğünü görüyoruz, ama yine de, bu geçici dünyada kendimize kalıcı bir ev yapmaya çalışarak, ölme sırasının bizde olabileceğini asla düşünmeden işimizi sürdürüyoruz. Bundan daha hayret verici birşey var mı?"

Kim bilir ne zaman sakar bir salak, sımsıcak, sıkıntısız varoluşumu yok etmek için benim hayatıma davetsizce saldırıda bulunacak? Gelecek şu andır!

—İngilizceden çeviren:
Krishnendrani Devi Dasi


Önceki  |  Arşiv  |  En Son Blog  |  İlk 10  |  Yeni  |  Sonraki

URL: http://www.imonk.net/turkish/07/august3.html
Düzen: iMonk — 21 Ağustos, 2007.